Her ayrılık ve boşanma deneyimi umutların, beklentilerin, hayallerin bir kaybıdır. Kişiler kayıp sonrası yaşadığı sancılı dönemi yansıtan üzüntü, keder, yas, elem, acı vb. duygular yaşayabilir. Yaşamın özünde bir insana sağlıklı ve mutlu bir biçimde bağlanma ihtiyacı olan birey için bu ihtiyacın tatmin edilmemesi, artık edilemeyecek olması bu sayılan duyguları doğurur. Ancak boşanma herkes de aynı duyguları yaşatmaz. Bazı insanların boşanarak özgürlüklerini yeniden kazanacaklarına inandıklarını ve heyecan duyduklarını söyleyebiliriz. Burada temel nokta, hiçbir ilişkinin her iki taraf için de aynı anda başlayıp aynı anda bitmediğidir.

Cinsiyetler açısından değerlendirildiğinde, kadınların yaşadıkları ilişkiye odaklı oldukları, duygusal alıcılarının erkeklerinkinden daha açık olduğu, sezgilerinin daha gelişmiş olduğu bir gerçektir. Buna dayanarak da kadınların ilişkinin nereye gideceğini ya da gitmeyeceğini önceden daha net bir biçimde görecekleri; bir yere gitmeyecek ilişkinin bitimine karşı kendilerini erkeklerden çok daha önceden hazırlamaya başladıkları, kayıp ve yas sürecini daha erken yaşamaya başladıkları söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, bir ayrılık ya da boşanma kararı verildiğinde kadınların zaten bir süredir yas tuttukları, acılarını yaşadıkları ve neredeyse toparlanmakta oldukları söylenebilir. Yas tutma süreci asıl şimdi erkeklerdedir.

“Artık seni sevmiyorum” cümlesi erkeğe “tanınan”; daha doğrusu erkeğin belki de hiç haberinin bile olmadığı onlarca şansın ve kadının ilişkiyi duygusal, düşünsel ve cinsel olarak bitirmiş olmasının sonucudur. Bu cümle zaten gidilmiş olduğunun ve dönülmeyeceğinin, o erkeğin de, o ilişkinin de bir şansının kalmadığının göstergesi olarak düşünülebilir.

“Ölüm bizi ayırana kadar” inancıyla, umuduyla adım atılan evlilik eşleri nasıl bir çöküşe sürükler ve çiftler neden boşanma kararı alır? Boşanma eşlerin temelde bir çift olabilme becerisini, yetkinliğini gösteremedikleri ve aşağıda belirtilen sorunların ya da ihtiyaçların çiftleri boşanmaya sürüklediği görülmektedir.

  • Ortak noktalarda buluşamama ya da ortak paylaşım alanının kalmaması,
  • Tutumlardaki ya da değer yargılarındaki derinliğin daha da artması,
  • Çözümlenemeyen çatışmalar,
  • Karşılıklı bağlılığın, yakınlığın düşmüş olması, eşlerin birbirlerine duygusal olarak yabancılaşmaları,
  • İletişim çatışmaları,
  • Söze dökülemeyen birikmiş stresler,
  • Kıskançlık, aldatılma,
  • Alkol ve madde bağımlısı bir eş,
  • Aile içi şiddet,
  • Eşin özgür olma isteği,
  • Çocuk bakımına ilişkin anlaşmazlıklar,
  • Evliliğin gerekliliklerinin kariyer yaşamıyla çatışması,
  • Ekonomik sorunlar,
  • Cinsel sorunlar ve doyumsuzluk,
  • Sürekli kaygı ve depresyon gibi duygusal sorunlar,
  • Eşin fiziksel bir sorununun olması.

Boşanma adım adım gerçekleşir. Boşanma kararının verilmesi tarafın/tarafların duygusal olarak boşanmalarıyla başlar. Taraf ya da tarafların her ikisi birden birbirlerinden kopmaya başlar, olumlu duygular yerini nötr hatta olumsuz duygulara, algılara bırakır. Çift birbirinden kopmaya başlar. Ortak paylaşım alanlarından kopmalar ve birbirlerine daha az zaman ayırmalar başlar. Bu süreç otomatik olarak boşanma kararını gerektirmez. Birçok çift evliliğin her durumda devam etmesi gerektiği inancıyla, kendilerine bunun empoze edilmiş olmasıyla ya da ilişkinin artık bir alışkanlık olması nedeniyle evliliklerini sürdürebilirler. Bu durum da elbette ilişkiyi iki kişilik yalnızlığa sürükler. Eşler adı konulmamış bir kayıp ve yas sürecini yaşarlar.

Boşanma istenmeyen bir sonuçtur ama bazen de kaçınılmazdır. Boşanma sonrasının sağlıklı olması boşanma sürecine de bağlıdır. Bu sebeple boşanma öncesi, sırası ve sonrasında eşler aile/çift terapisi, bireysel terapi konularında destek alarak boşanma ile ilgili duygusal süreçleri ve karar süreçlerini daha sağlıklı yönetebilir, sağlıklı bir boşanma gerçekleştirebilir.